BSY




Bir Suçlunun Yaşamı

Ferhat 19 yaşında asi bir gençti.. Ailesi o küçükken ayrıldığı için annesiyle yaşıyordu.. Annesinin evindeki odasında günlerini geçirirken, geleceği hakkında planlar yapmaya başlamıştı.. Annesi ona artık haylazlık zamanlarının bittiğini ve bir iş bulup çalışması gerektiğini söylüyordu ama, iş fikri uzun zamandır Ferhat’ın kafasını kurcalıyordu zaten..
Ne tür bir iş yapması gerektiğini bilmiyordu, ama eve bakması gerekirdi.. Annesi ona ilk olarak müzik kariyerini tavsiye etti, şarkı söyleyip iyi paralar kazanabileceğini ancak önce kendine bir iş bulması gerektiğini söylüyordu.. Bu ilk başta Ferhat’ında aklına yatmıştı.. Herhangi bir yeteneği olmadığı için bir barda temizlikçi olarak işe girdi ve boş zamanlarında şarkı sözleri yazıyordu ve bir kitapçıdan aldığı şarkı söyleme kitabıyla da kendini geliştiriyordu.. Aradan 2 hafta geçti artık şarkı söylemenin temel birkaç kısmını kapmıştı ama ne tür müzik yapacağına karar vermemişti.. Aklına hemen rap geldi, en sevdiği müzik türüydü.. Birkaç kitapçı gezerek en uygun fiyattan rapçilik kitabı aldı.. Bu kitaba tüm maaşını yatırmıştı ama buna değeceğini düşünüyordu.. Kitabı okudu ve kendini geliştirmeye başladı.. Bir miktar kendisini geliştirdi ve 3, 4 şarkısı da hazırdırdı.. Annesi ona ilk konserine çıkmasını söylemişti.. Ferhat hemen barları soruşturmayı başladı.. Büyük barlara çıkamadı elbet ama küçük barlar onu deneme amaçlı kabul etti.. Ferhat hemen annesine mutlu haberi iletti.. Aradan 2 hafta geçti ve konser zamanı gelmişti, Ferhat en şık kıyafetlerini alarak konsere gitti.. Baştaki heycanı hiç kalmamıştı, hatta sıkılıyor gibiydide.. Onu izleyen 15, 16 kişi şarkılarını vasat bulmuşlardı.. Konser bitti ve sahneden ayrıldığında içinden kendi kendine “Bumudur yani!” dedi.. Baştaki heycanı hiç kalmamıştı ve bu konser işinden sıkılmıştı.. O an bişey anladı, konser konser gezin birilerini eğlendirmek ona göre değildi.. O rap’i yer altı dünyasına giriş olarak görüyodu ama yolu bu olmamalıydı.. Öğrendiği yetenekler ona boşuna geliyordu ve kitaplar için verdiği paralara üzüldü.. O heycan adamıydı, daha heycanlı ve riskli şeyler istiyordu..


Eve, annesinin yanına sıkkın bir şekilde gitti.. Annesi mutlu bir şekilde:
Ferhat konserin nasıl geçti? Dedi..
Ferhat annesine cevap vermeden yüzü asık bi şekilde odasına çıktı.. Konserler canını sıkmıyormuş gibi birde patronu arayıp onu kovduğunu söyleyince siniri alt üst olmuştu.. Patronun bunu gülerek söylemesi Ferhat’ı çok kızdırdı ve bağırıp telefonu yüzüne kapattı.. Ailesinin fakirliği yüzünden Ferhat çalışmak zorundaydı, ama iyi bir iş bulmak çok zordu..


Kendini sokağa attı, iş ilanlarına bakıyordu.. Yoldan gecen 2 mutlu çifte imrenerek baktı, kadının üstünde kürk erkeğin üstünde ise şık bir deri ceket vardı ve gülerek yürüyorlardı.. Ne kadarda mutlular dedi içinden.. O sırada şans eseri yetiştirilmek üzere itfaiyecilerin arandığı gösteren bir yazı gördü.. Çok heyecanlandı.. İçinden “evet, işte aradığım heyecan” diyerek sevindi ve hemen Ankara İtfaiyesine gitti.. İtfaiyenin yöneticisiyle ufak bir sohbet etti.. Çok heyecanlıydı, aslında soğuk kanlılığını kaybetmezdi ama istediği gibi bir iş bulmak herkese nasip olmazdı..

İtfaiye olmasında bir engel vardı.. İtfaiyecilik yeteneğim yoktu.. Ama itfaiye yöneticisi çok iyi bir insandı, gözüne girmiş olmalıyımki bana yeteneğimi en iyi seviyeye getireceğime dair söz alarak bir temel itfaiyecilik kitabı hediye etti ve işe aldı.. Yeteneğimi son seviyeye geliştirdiğimde maaşım dolgunlaşmıştı.. Anneme daha iyi bakıyor kendimide geliştirebiliyordm..

İtfaiyecilik heycanlı ve yüksek maaşlı bir meslekti, ancak bu beni tatmin etmiyordu.. Amacım yer altı dünyasına inebilmekti ama bunu itfaiyecilik mesleğiyle yapamazdım.. Ateşi seviyordm, sözdürmeside zevkliydi ama ben ateşi körüklemek istiyordum......


Azmim ve çalışkanlığım ile patronun en iyi adamı olmuştum.. Artık aramızda bir patron işçi değil de bir dost ilişkisi vardı ama ben yinede ona patron diyordum.. 10yangın söndürme başarısını kazanmıştım ve her yangına ben koşuyordum.. Ona her şeyimi anlatıyordu öyle ki, içimden yangın söndürmek değil yangın çıkarmak geldiğini bile söylemiştim oda bana gülmüştü.. Bir gün patron yurt dışındayken benden onun için bir kitap alıp birisine vermemi söylemişti..


Sokağın köşesindeki kitapçıya girdim, rafları karıştırırken onu gördüm ve içimden “vay canın” dedim, “demek bununda kitabını yapmışlar”.. Gördüğüm kitap “Temel Sokak Bilgisi” kitabıydı.. Kitabın arkasında “Tehlikeli mahallelerde dolaşıyorsanız, jargonu bilmelisiniz! Sokakları ne kadar iyi tanırsanız sizi rahatsız etmeleri veya soymaları o kadar zor olur.” yazıyordu.. Yer altına inmek için önce arka sokaklara inmeliyim dedim kendime.. Yanında “Sokak Bilimi” isimli bir kitap daha vardı ancak önce bu kitabı bitirmeliydim.. Hemen temel sokak bilgisi’ni alıp okudum ve geliştirmeye başladım..

2. doğum günümde anneme yeni bir eve çıkmak istediğimi söyledim oda kabul etti ve kendi evime çıktım.. Annemle artık daha az görüşüyorduk.. Temel Sokak Bilgisi’ni yalayıp yutmuştum.. Jargonu benden iyi kimse bilemezdi.. Tabi yerine göre jargon konuşuyordum..


Bir gün yine itfaiye merkezine gidiyordum, içeri girdim merdivenlerden çıkıp patron’un odasına yöneldim.. Kapıyı çaldığımda farklı bir “Geellll!!..” sesi duymuştum.. İrkildim, bu kim olabilir dedim içimden meslektaşlarımdan birinin sesine benzetememiştim.. Gözlerimi kısıp düşünürken içerden bir ses daha geldi “Gelsene be adam!!...” Tekrar irkildim yavaşça kapıyı açtım ve içeride patronun rahat ve geniş koltuğuna oturmuş çizmeli ayaklarını da patronun masasına koymuş kasıntı biri duruyordu…..

“Sende kimsin!.. RR… Müdürün odasında hem de koltuğunda ne işin var!..”
“Esas sen kimsin ki Ankara İtfaiyesinin yeni patronuyla böyle konuşabiliyorsun!!..”

O anda kanım donmuş gibiydi.. Bu adam, pis suratlı kirli sakallı bu insan bozuntusu benim patronumuydu.. Doğrusu bardaki patronum bile bundan daha iyiydi.. Ben bu düşüncelere dalmışken adam tekrar beni uyandırdı:

“Sana soruyorum sen kimsin!!..”
-“Be ben, ben Ferhat..”
“Hee şu ayın en iyi elemanı Farhat demek..”
-“RR… patron, o nerde”
“Valinin yeni getirdiği defterdar onu çalışanlara çok yüksek maaş verdiği için işten çıkardı..”

O sırada telefon çaldı, telefondaki RR…’ydi..

-“Patron neredesin, bu koltuğundaki adam kim..”
“Hemen koltuğuma kurulmş demek, o defterdar beyin arkadaşı.. Beni boş bir bahaneyle işten çıkardılar..”

Ben eski patronumla konuşurken bu kıllı adam beni süzüyordu ve konuşmamızı “kapat o telefonu konuşacaklarımız var” dedi..

Eski patrondan özür dileyerek telefonumu kapattım.. Yüzümü koltuktaki adama çevirdim.. Yeni patron koltuğunda gerindi ve elini masanın karşısındaki 2 koltuktan birine uzatarak “otur bakıyım” dedi..

Ben “yok böyle iyiyim diye cevap verdim..” ve konuşma şöyle devam etti..

“Eski patronun seni severdi herhalde..”
-“Benimle ne konuşmak istiyorsunuz?..”
“Bu güne kadar en yüksek maaşı sen almışsın, bu yüzden işten çıkarılıp düşük ücretle geri alınacaksın”
-“Ama…”
“Patronunun sözünü kesme!!”
Birbirine kenetlenen dişlerimi dudaklarımın arkasında gizliyordum.. Bakışlarım onu ürküymüş olmalı ki gözlerini benden kaçırarak konuşmasına devam etti..

“Ya sana önerilen maaşla işine devam edersin, yada istifa edersin.. Kararını sen ver..”

Benim için zaten itfaiyecilik heyecanını yitirmişti.. Patronun çıkması ve itfaiyeciliği iyi bilmeyenlerden bile daha az maaş alacak olmam beni bu işten iyice soğutmuştu.. RR… patronun anlattıklarını hatırladım.. Bu adama karşı kinim git gide büyüyordu…


Adamın gözünün içime bakarak yumruğumu sıktım.. Ona vurmamak için kendimi zor tutuyordum, tam elimi havaya kaldırdığımda siren çalmaya başladı.. Bu bir yangın alarmıydı..
Kafam allak bullak olmuş, dikkatim dağılmıştı.. Elim sanki havada aslı kalmıştı.. Karşımdaki adam sinirimi fark etmiş olacak ki, kendini geri çekip eliyle yüzünü kapatmıştı..

İçeride kapının arkasında koşuşturmalar vardı, en iyi arkadaşım kapıyı çalmadan içeri girdi..

“Efendim 2 barda yangın çıkmış.. Birinde bayrak yakmışlar, diğerinde ise havai fiş…” Sözünü burada kesti, çünkü bizim duruşumuzu yeni fark etmişti..
Onun yeni patrona bu kadar çok ısınmasına şaşırmıştım doğrusu.. Benimkine en yakın maaşı o alıyordu.. Elimi indirerek arkamı döndüm ve kıyafetlerimi giymek için dışarı doğru yürüyordum.. Arkadaşımla göz göze geldik ve yanından geçtim, tam kapıdan çıkacaktım ki durdum ve başımı bir miktar sağa doğru çevirerek arkamda kalan patronun pekte hoşuna gitmeyecek bir şey söylemiştim.. “Geri döneceğim!..”

 

Soyunma odasında kıyafet ve ekipmanlarımı giyip itfaiye aracına binmiş, bar’a doğru gidiyorduk. İtfaiye aracında karşımda en iyi arkadaşım oturuyordu.. Her şeyi tamdı ama kendini meşgul göstermek gibi bir çaba içerisindeydi sanki, gözlerini benden kaçırıyordu..

-“Hiç üzgün görünmüyorsun?..” diyerek lafa başladım..
“Niye üzgün olmalıyım?..”
-Eski patronu benim kadar sende severdin..”
“Onun işten çıkarılması bizim elimizde olan bir şey değil..”
-“Söylesene bana, bu yeni patron seninde maaşını düşürdü mü?..”
…….
-“Benimle aynı civarda maaş alıyordun değimli..”
“Şey ben..”

Arkadaşım sözünü bitiremeden bara geldik.. Araçtan inip hazırlığımızı yaparak binaya girdik.. Barların dekorları genelde hızlı yanan maddelerden yapıldığı için yangının büyüdüğünü düşünüyorduk.. Güvenlik görevlileri içerideki herkesin çıkartıldığını söyleyince, bize sadece mekanı söndürmenin kaldığını anlamıştık.. Alevler girişe ulaşmamıştı, kolayca hol’e indik.. Sahnenin, masa ve sandalyelerin olduğu kısmın kapısı kapalıydı ama kapının altından dumanlar çıkıyordu..

Kapı açılmıyordu, muhtemelen arkasına bir şey düşmüş olmalıydı.. Arkadaşlara dikkatli olmalarını söyleyerek kapıyı kırmaya başladık.. Kapı kırıldığında dışarı büyük bir alev çıktı.. Bir arkadaşımızın çıkan alevden yüzü yandı, onu ambulansa taşıdıktan sonra hortumla içeri girip yangını söndürdük..

5 saatte 2 yangına da müdahale ettik.. Merkeze döndüğümüzde, soyunma odasında kendi kıyafetlerimi giyip müdürün odasına, yarım kalan konuşmamızı tamamlamaya gidiyordum.. Kapıyı çaldım bu sefer içeriden farklı bir “Geelll!..” sesi geliyordu……


Ama bu ses eski patronuma da ait değildi.. Karşımda bana arkası dönük rafları karıştıran bir adam vardı ama arkası dönük olmasına rağmen dikik saçlarından adamı tanıdım.. Bu bizim ekipten Cengiz arkadaştı.. Odaya yeni patronuma olan kızgınlığımla girdiğim için sinirim Cengiz’e patladı..

-“Ne arıyorsun sen burada?!..”
Cengiz geldiğimi duymamış olacak ki korkarak hemen arkasını döndü..
“Şe. şey, sigorta kağıdımı alacaktım..”
Tepkim karşısında ürkmüştü, verdiği cevaptan sonra rahatlayarak nefesimi boşalttım ve daha yumuşak bir konuşma tarzıyla devam ettim..
-“Patron nerede?..”
“Bir saat kadar önce çıktı..”

Merkezden çıkıp düşünceli ve bir o kadarda yorgun bir halde evime yürüyordum ki telefonum çaldı….



Telefonuma baktım, isim yazmıyordu.. Cevap tuşuna bastım..
Telefondaki ses yeni patronuma aitti.. Aynı zamanda bulunduğu ortamda başka birileri ile konuşuyor olmalıydı ki konuşmaya kahkaha atarak başladı ve sesi çok neşeliydi ama bu benim sinirimi bozmuştu..


“hahhaha, Naber Ferhat..”
-“Ne istiyorsun?!..”
Verdiğim cevaptan sonra pek neşesi kalmamıştı.. Bir an sessizlik oldu sonra sesini ciddileştirerek konuşmaya çalıştı..
“Bu gün gittiğiniz yangınlardan ilk barda Halil arkadaşın yüzü yanmış ve duyduğuma göre bu senin ihmalsizliğin yüzünden olmuş!..”
-“Ben kapıyı kırmadan önce herkesi…”
“Sözümü kesme, bir daha böyle bir ihmalsizlik yaparsan seni işten çıkarırım..”
-“Ben senin!……”
Telefonu yüzüme kapatmıştı.. Sinirden titriyor, yana açık sağ elimdeki telefonumu avucumun içinde sıkıyor, biraz eğik başımda sinirden kısılan gözlerimle belirsiz bir yere delecekmiş gibi bakıyordum.. Öfkeden donup kalmıştım, her yerimin uyuştuğunu hissediyordum..

Birden arkamdan bir el sol omzuma dokundu ve ben o sinirle sol yumruğumu sağ omzuma doğru çekerek arkamdaki adama indirdim.. Adam yere serilmişti, ben ise sinirden dişlerimi ve yumruklarımı sıkıyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.. Sonra birden kendime geldim, yumruklarımı açarak avuçlarıma sonrada yerde yatan adama baktım ve yaptıklarım utanarak kime vurduğumu öğrenmek için yüzü koyun yere serilmiş adama doğru yaklaştım, kanlar akıyordu…..

Adamın omzundan tutup çevirdiğimde, en iyi arkadaşım Kuzey’in yüzünü görmüştüm.. Burnu kanıyordu, çevredekilerin bakışmaları ve fısıldaşmaları arasında hemen kolunun altına girerek hastaneye götürdüm.. Hakkında ki düşüncelerim bir anda silinmişti sanki.. Kendimden utanıyordum şimdi..

Onu hastaneye götürdükten sonra eski patronum RRG' de Kuzey’i ziyarete geldi.. Kuzey yatakta dinlenirken bizde yatağın karşısındaki 2 koltukta sohbet ediyorduk.. Ona olanları anlattıktan sonra, olanlar hakkında aramızda şöyle bir konuşma geçti..

………………………

“Sinirlenmekte haksız değilsin..”
-“Beni suçlamak için yer arıyor..”
“Sen en iyi elemansın, seni hiçbir bahane yok iken işten çıkarırsa tepkilere yol açar.. Bu yüzden seni çıkartmak için bir bahaneye ihtiyaç duyacaktır..”
-“Peki ne yapacağım, bu olayı da üstüme yıkmaya kalkacaktır..”
“Merak etme Kuzey seni savunur..”
-“Bundan pek emin değilim”
“Neden?..”



İçinden acaba konuştuklarımızı duymuş mudur diye düşünürken RRG’nin telefonu çaldı.. Eski patron telefonla konuşmak odadan dışarı çıktığında Kuzey henüz başına neyin geldiğini bilmiyordu.. Söze o başladı:

“Ihhh, ne oldu bana?..”
-“Bir kaza oldu dostum..”
“En son hatırladığım, yanına gelip elimi omzuna atmamdı...”
-“Ben.. şey, ben o an bir olaya çok sinirlenmiştim.. Sende bir anda arkama dokununca yanlışlıkla sana vurdum.. Yüzünü bile görmemiştim..”
“Ne yani bunu bana en iyi arkadaşım mı yaptı..”
-“Dedim ya yanlışlıkla, istemeden oldu..”
“Dinlenmem gerek…”

O sırada RRG odaya girdi..
“Arkadaşlar benim acil işim çıktı gitmem gerek..”
-“Dur bende seninle geleyim geç oldu patron..”

Dışarı çıktık..
-“İyi akşamlar patron, ben buradan eve kaçıyorum..
“Bir dakika Ferhat..”
-“Efendim?..”
“Kuzey’in odasında bana ne söyleme çalışıyordun?..”


“Bir dakika Ferhat..”
-“Efendim?..”
“Kuzey’in odasında bana ne söyleme çalışıyordun?..”
-“Önemli bir şey değil..”
“Ferhat!!..”
-“Tamam bak, ben sadece yani.. bilmiyorum sen kovulduktan sonra Kuzey hiçte üzgün durmuyordu ve yeni patronuna çok çabuk ısınmış görünüyordu..”
“Yani sence..”
-“Bak, dedim ya bilmiyorum, ama sende biliyorsun onunla maaşlarımız arasındaki fark azdı ve onun maaşında bir düşüş olmayacak.. Yinede arkadaşımın arkasından konuşmak hoşuma gitmiyor, şimdi gitmem gerek..”
“Tamam görüşürüz, bir gelişme olursa haber ver..”
-“İyi geceler..”


Yolda yürürken yine 2 kokana gördüm.. 60 - 65 yaşları civarında, 2side kürk giymiş kafalarına garip şapkalar takan kokanalar, peşlerinde koşturan kısa bacaklı ve sürekli titreyen fifi köpekler ise gözden kaçacak gibi değildi doğrusu.. Benim karnımın daha aç olmasına rağmen onlara acıyarak baktım, hayatları benimkinden daha acınıcıydı bence.. Sergiden sergiye, müzayede müzayede gezerek çok değerli bir parçayı kaçırdı diye kahrolabilecek kadınlar..

Kim bilir hangi müzayededen dönüyorlardır diye düşündüm kendi kendime.. Birden gözüme yüzüne garip garip boyalar sürmüş olan kadının elindeki çanta takıldı.. İçinde ne var diye merak ediyordum.. Muhtemelen benim için değerli, onlar içinse pekte değeri olmayan bir şeyler olmalıydı…...

Kadınlar gitgide yaklaşıyordu ve ben gözümü soldaki kadının çantasından ayıramıyordum.. Çantaya odaklaşmışken birden kadınların yüzüne baktım.. Kadınlar onlara baktığımı anlamış olacak ki bir bana birde birbirlerine bakıp sessizce konuşarak sesli gülmeye başladılar sanki güzelliklerinden onlara bakıyormuşum gibi.. Utanarak bakışımı başka yöne çevirdim ama aklım hala çantadaydı.. İçinde ne olduğunu çok merak ediyordum.. Sokak boştu ve kadınlar gitgide yaklaşıyordu..


Kadınlar gülüşerek yanımdan geçtiler.. Durdum bir miktar dönüp arkalarından baktım, kadınlar kıvırta kıvırta gidiyorlardı.. Onlara tiksinerek baktım, hayattan, dünyada olan olaylardan, açlıktan, krizden bir haber kendi küçük dünyalarında en az 3 evlilik geçirmiş ve zengin kocalarının nafakalarıyla geçinen ve paralarını mücevherlere antikalara ve çeşitli sanat derneklerine ayıran insanlar.. Dışarıda bunca aç insan varken, onlar bu şekilde yaşamayı hak etmiyorlar dedim içinden ve nerden geldiğini bilmediğim bir öfkeyle bu kadınların peşine düştüm..

Kadınlara yaklaştıkça kalbim daha hızlı atıyordu.. Vücudumdan soğuk terler boşalıyor, avuç içlerim terliyordu sanki.. Beni fark etmemeleri için mümkün olduğunca sessiz yürümeye çalışıyordum.. Kokanalara yaklaştığımda kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi, içim içime sığmıyordu ve ne yapacağımı düşünüyordum.. Her yerimden ter akıyordu.. Nasıl yapacaktım peki, hırsızlık konusunda hiçbir şey bilmiyordum..

Kadınlara 1 metreden az bir uzaklığım vardı ve yollar hala bomboştu.. Kadınlar hala beni fark etmemişlerdi, sağ elimi siyah parkemin cebinden çıkardım.. Yüzümü görmesinler diye kapüşonumu başıma geçirip iplerini sıktım.. Boynum biraz eğik bir şekilde kadına yaklaştım.. Planım çantayı tutum çekerek kaçmaktı.. Elimi kadının kolundaki çantaya doğru uzattığım anda sanki sağır olmuştum.. Sadece kalp atışlarımı duyuyordum....

Kalp atışlarım kulaklarımı sağır etmişti sanki.. Elimi kadının çantasına dokundurduğum an bir şey anladım, bu aradığım heyecandı.. Kalbim duracak gibiydi, uyuşan parmaklarım kadının kolundaki çantanın iplerini sararken yanındaki kadın beni fark etti.. Kadın beni fark edince, yanımda bir bomba patlamışçasına yaşadığım sağırlık duygusu yerini 2 farklı çığlığa bırakmıştı şimdi..


2 adet yaşlı kadının bana karşı kullanabilecekleri tek silah olan çığlıkları, beni etkisiz hale getirmeye yetmişti.. Çığlıkları duyan çevredeki birkaç kişi var karşıdan gelen araçtan çıkan bir adam beni takip etmeye başladı.. Çantayı alamadan ara sokağa daldım, buraları pek tanıdık değildi ama evimin yolunu bulabileceğimi sanıyordum.. Son sürat hızla ara sokaklardan koşarken, arkamdan gelen “dur lan, koşun koşun!!..” cümleleri peşinden kovalayan köpek misali hızıma hız katıyordu.. Soldan bir ara sokağa daldım.. Biraz daha gittiğimde yanlış yere saptığımı anladım, çünkü burası sustalısız, kelebeksiz, muştasız kimsenin dolaşmayacağı mahallelerdi.. Yalnız bir yabancı için tehlikeli bir mahalle, ama onlarla nasıl anlaşacağını biliyorsan değil…

Yolda bir sağdaki bir soldaki evlere korkarak bakıyor ve titreyen ayaklarla yürüyordum.. Hem hırsızlıktaki başarısızlığım, hem peşimden kovalayanlar hem de bu tehlikeli sokaklarda dolaşmak beni ürkütmüştü ama bir yandan da bu heyecan ve adrenalin ile eğlendiğimi hissediyordum.. Gecenin bu saatinde her yer tehlikeli olabilirdi, ki burası tehlikeli bir yerdi..


Bir an önce evimin yolunu bulmak istiyordum.. Buraları hiç bilmediğim yerlerdi.. Bir dört yol ağzına yaklaşmıştım, sokaklar tenhaydı.. Dört yol ağzının sağa ayrılan yolunun köşesinde ellerinde kelebek olan 5 kişi vardı.. Aramızda 30 - 35m civarında bir uzaklık vardı..

Adımlarımı yavaşlattım, geri dönüp başka bir yoldan gitmeyi düşündüm ancak aklıma Temel Sokak Bilgisi kitabının ilk kuralı geldi:
“Ne kadar korkarsan kork, korktuğunu belli etme..”

Adamlar beni görmüştü, eğer geri dönersem zayıflığımı fark edecekler ve beni kovalamaya başlayacaklardı.. Korktuğumu belli etmeyecektim, hatta daha iyisi geçerken ciddi bir selam verecektim..
Belki kaçabilirdim ama ben buraları bilmiyordum, nereye kaçacaktım.. Zaten koşacak halim yoktu, artık ne olursa olsun diyerek adımlarımı hızlandırdım ve kapüşonumu çektim ve adamlara yaklaştım..

Adamlara iyice yaklaştım, hepsi ellerindeki kelebekleri çeviriyor beni pis pis kesiyorlardı.. Yanlarından geçerken bende onlara aynı bakışla baktım ve 1, 2 sn sonra başımı öne eğerek selam verdim.. Aralarında biri selamımı gördü ve aynı şekilde selam verdi.. Başımı yola çevirdim ve tehlike geçti diye düşünerek rahatlamıştım ki arkamdan sert bir ses duydum:
“Hey sen!..”

Durdum.. Eğer duymamazlıktan gelip yola devam etseydim, korktuğumu anlayacaklardı..
Eğik başımı bir miktar sola çevirerek ciddi ve birazda sinirli bir şekilde:
-"Ne var!.." dedim..

Gerçektende rest çekmekten başka şansım yoktu.. Bu cevabımdan sonra birbirlerine
bakıp tekrar beni süzdüler.. Bir an sessizlik oldu ve sessizliği kısa boylu bana
selam veren bozduğu..
"Buralarda yenisin galiba.."
Yanındaki adam elindeki sustalının düğmesine basarak ahşap tutma yerinin içerisindeki bıçağı çıkarttı..
Sağ elindeki bıçağı kendi boynunun sol üst tarafına doğru götüretek, kesecekmiş gibi sağ alt tarafa çekti ve bu haraketi
yaparken ağzından dört kelime döküldü..
"Biz buralarda yenileri sevmeyiz!!.."
Ve sinirli bir şekilde dilinin ucunu ısırarak bıçağını bana doğrulttu....

Bu haraketten sonra gerçekten korkmuştum.. Hepsinin elinde birşeyler vardı, onlara ne kadar dayanabilirdim ki..
Dövüş Sanatlarındanda bir haberdim.. Ama soğuk kanlılığımı hiç bozmadım, teker teker ama hızlı bir şekilde
hepsinin yüzüne baktım ve en son bana bıçak doğrultana baktım..

Adam boynunu hızlı bir şekilde bir sağa bir sola yatırarak boyun çıtlatma haraketi yaptı ve sinirli bir şekilde burnunu çekti..
Bu adamların birşeyler aldıklarını ve kafalarının yerinde olmadığını düşünüyordum, hepsinin gözleri dönmüştü, ne yapcakları belli olmazdı..

Boynumu az yukarı kaldırarak adamın elindeki bıçağı gösterdim ve sinirli bir konuşma tarzıyla söze başladım:
"O bıçak öyle tutulmaz, ver bana gösteriyim nasıl tutulacağını!!.."

Adam şaşkın bir tavırla sağdaki ve soldaki arkadaşlarına ne yapayım der gibi bakarken bıçağını hiç oynatmıyordu..
Ben ise ciddiyetimi koruyordum.. Adam kısa boylu adama baktı, kısa boylu olan ufak bir baş eğme haraketi ile onay verdi
ve bıçaklı adam bakışlarını yavaşça kısa boylu arkadaşından bana çevirdi....

Adam ile göz göze geldik.. Gözlerimiz birbirimize kenetlenmişti sanki, kimse haraket dahi etmiyodu.. Duyduğumuz tek ses, burnumuzdan
ve ağzımızdan alıp verdiğiniz havanın sesi, bakışlarımızın arasına giren tek engel ise;
gecenin ayazında, ciğerlerimizden çıkan sıcak havanın soğuk havada meyadana getirdiği buhar bulutuydu..



Dışarıdaki bu sessizliğe karşı içimde çığlık atıyordum.. Sorular beynimi kemiren bir fare gibiydi tıpkı, sessiz ama acıtan..
Onların sessizliğine rağmen ben içimde çığlık atıyordum şimdi.. Bu soruların en büyüğü ise "Acaba?!.." sorusuydu.. "Acaba?!.."
Acaba ne için onay almıştı kısa boyludan.. Kısa boylu olanı, liderleri veya abileri gibi olmalıydı.. Acaba beni bıçaklaması içinmi,
yoksa bıçağı vermesi içinmi boynunu eğmişti..



Ben bu düşüncelere dalmışken bir anda bir metal sesiyle irkildim, adam sustalıyı kapatmıştı.. İçimde bir rahatlama olmuş, fareler
ortadan kalkmıştı.. Ama bundan sonra atacağım adımlarda çok önemliydi.. Adam buçağı ters çevirdi ve bana uzattı.. Elimin titremesini
durduramıyordum.. Yavaş ve titreyen ellerle adamın elindeki bıçağı yavaşça kavradım ve hızla adamın elinden çektim....

Elimdeki bıçağa bakıyordum, daha önce elime hiç böyle birşey almamıştım.. Elime aldığım bıçaklar, şimdiye kadar, mutfakta herkesin kullandıklarındandı..
Onu karşımdaki adamın tuttuğu gibi tutmaya çalışıyordum.. Bıçağa bakarak ne yapacağımı düşünüyordum.. Karşımdaki pis suratlı adam sırıtarak:
"Hadi göster nası tutulduğunu!!.." dedi ve gülerken onlarda gülüyormu diye yanladındaki arkadaşlarına bakarak bakışlarını
yine bana doğrulttu..


O bu sözü söylerken bu bıçağı kullanmaktan başka çağrem olmadığını anlamıştım, hala elimdeki bıçağa bakıyordum....

Bu sözüne çok sinirlenmiştim, bakışlarımı bıcaktan karşımdaki serseriye çevirirken, benliğimi saran öfkeyle elimdeki bıçağı
sıkıyordum.. Karşımdaki serseri bu duruşumdan hiç korkmuşa benzemiyordu, başını yanındaki arkadaşına çevirdi ve gülerek
"Bu adam bir ödlek!.." dedi.. Başını yine bana çevirdiğinde gözleri yaşadığı ölüm korkusuyla faltaşı gibi açılmıştı ve elimdeki bıçağını daha yakından görüyordu şimdi..


Bu sefer birbirine kenetlenen dişlerimi saklamamıştım.. Hızla bir adım atarak sol elimle adamın yakasını tuttum ve omzundan kendime doğru çektim..
Bu sırada vücudumla paralel sağ elimdeki bıçağı, adamın karnına doğru çekiyordum.. Dişlerim açılmıştı artık öfkeyle bağırıyordum ki
bıçağı adamın karnına geçirmeme an kala bir siren sesi duyuldu.. Bu polis sireniydi ve kırmızı - mavi ışıklar yan mahalleyi aydınlatıyordu......

Hepimiz, sesin geldiği yere odaklanmıştık, ses git gide yaklaşıyıyordu.. Elim donup kalmıştı sanki, korku içimi sarmaya başladı.. Bu gün ilk defa
yasadışı bir iş yapmaya kalkmış ve becerememiştim.. Ne kadar heycan duymuş olsamda bu işin riski büyüktü.. Yani bu polisler siyah kapşonlu ceketli, siyah pantolonlu 19
yaşında bir genci arıyor olabilirlerdi.. İçimi saran korku, yakalanma korkusuydu..

Birden polis sirenlerinin sessizliğini, bir konuşma sesi yırttı.. Bu ses kısa boylu ve şu ana kadar hiç sesini duymadğım abilerine ağitti..
"Hadi gidiyoruz!!.."

Kısa boylu abilerinin verdiği emirle diğer adamlar, gözleri hala kırmızı - mavi ışıktayken, şaşkınlıkla ters tarafa koşmaya başladılar.. Tuttuğum adam, yaşadığım korku şaşkınlık arası
duyguyla elimden kurtuldu ben ise hala donmuş durumda gittikçe belirginleşen ışıkları izliyordum.. Birden irkilerek kendime geldim, adamın elimden kurtulduğunu ve kısa boylu adam hariç hepsinin
kaçtığını gördüm.. Kısa boylu olanı karşımda durmuş, donuk ama kararlı bakışlarla beni süzüyordu..

Neden diğerleri gibi kaçmadığını burada durp bana baktığını merak ediyordum, ona sorayımmı diye düşünürken o söze başladı..
"Tedirgin görünüyorsun, bir yaramazlıkmı yaptın yoksa?!.."
-"Ne istiyorsun?.."
"Heh, cesur çocuksun ama birdaha benimle böyle konuşursan, seni öldürürüm!!.."
Bu adam gerçeklten korkutucuydu, ama benim için karşıdan gelen polisler daha korkutucuydu..
-"Gitmem gerek.."
Ona arkamı döndüm ve adımlarımı hızlandırarak yan yola doğru yürüyordum ki arkamdaki adamın sesi ile irkilerek durdum..
"Yine görüşeceğiz.."

Yavaşça arkama döndüm ve soğukkanlı bir cevap verdim..
-"Ne zaman istersen.."

Bu sırada, sirenleri duyduğu gibi kaçan adamlardan biri geri dönmüştü ve "Hadi abi, gitmemiz gerek.." diyerek kısa boyluyu çağırdı..

Tekrar geri dönüp koşmaya başladım, belki yakalanacaktım belkide kaçacaktım ama emin olduğum bir tek şey vardı, oda günün birinde bu
adamı tekrar göreceğimdi.....

Koşuyordum, durmadan koşuyordum.. Yağmur yağmaya başlamıştı, polis sirenleride artık duyulmuyordu.. Neredeyse sabah olacaktı..
Saatime baktım yağmur damlaları arasından sadece 04:'ü okuyabilmiştim ve artık tehlikeli mahallelerden çıkmıştım.. Sırıl sıklam bir halde koşmaya devam ettim ve en sonunda birlindik bir yer olan,
Kuğulu Park'a çıkmıştım.. Ama burası evime çok uzaktı, İtfaiyeye Merkezi ise kestirmeden 20dkda gidebilirdim.. Önce üstü kapalı bir durağa girip yağmurun dinmesini bekledim..
Sokaklar bomboştu, koşan bir köpek ve ağaçtan düşen yaprakların rüzgardaki dansı dışında, tek bir yaşam belirtisi bile görememiştim..
30 dk sonra yağmur dindiğinde, durakta oturmuş kıyafetlerimin ıslaklığı yüzünden üşüyordum.. Zorla ayağa kalktım ve 20dklık yolu 40 dkda alarak İtfaiye Merkezine geldim..


Her an yangın çıkabilme ihtimaline karşı itfaiye gece gündüz açıktı.. İçeriye girdiğimde Gece Nöbetindeki arkadaşların kart oyunu oynadıklarını gördüm..
Beni gördüklerinde hepsi oyunu bırakıp koşarak yanıma geldiler, beni dinlenme odasındaki uzun kotuğa oturtup elektrikli sobayı yanıma getirdiler..
Biraz kendime geldikten sonra soyunma odasına gidip, dolabımdan yeni kıyafetler giydim ve dinlenme odasındaki koltuğa kıvrıldım.. Sızmadan önce saatime baktığımda
saat 05:52'yi gösteriyordu...


Yatmamdan 3 saat geçmiştiki yangın sireni ile uyandım.. Benim vardiyem başlamıştı ama kalkacak durumum yoktu.. Arkadaşlarım beni idare edebikeceklerimi söyleselerde,
asıl hesap vermem gereken patronumdu.. Bir arkadaşa onun gelip gelmediğini sordum, bana; merkeze geldiğini, odasına çıkarken halimi görüp sinirlenerek söylendiğini anlattı..
Onu çekecek halim yoktu, üstelik hastada olmuştum.. Olan gücümle kalkıp patrona uğramadan, bir hastaneye gitmek için İtfaiyeden ayrıldım....

Acilden zor girdim, arkadaşlarım yangında olduğu için beni hastaneye götürecek kimse yoktu, patronanda bu iyiliği isteyemezdim doğrusu..
Yardım etmemekle kalmayacak, birde hasta halimden istifade, azarlayacağını düşünüyordum.. Beyaz önlüklü bayab doktor Nezle olduğumu ve kendime iyi bakmam gerektiğini söyledi..
Reçeteye birkaç ilaç yazarak beni gönderdi.. Başım çatlayacak gibiydi.. Tek istediğim eve gidip dinlenmekti.. Eve doğru yürürken Kuğulu Parktan geçiyordum ve dün akşam yarım saat
beklediğim durağa baktım..



Evin kilidini zorla açtım, halsiz bir şekilde içeriye girdiğim ve üstümü değiştiriğim gibi kendimi yatakta buldum.. Tam uykuya dalacaktım ki telefon çaldı..

"Mesai saatinde evinde ne işin var!!..."
Tahmin edeceğiniz gibi bu ses patronuma aitti.. Yani şu durumda sesini duymak istediğim son kişi.. İçimden telefonu bu iğrenç adamın
yüzüne kapatmak geçiyordu ama yapmadım.. Kısaca özetlemek istedim..

-"Hastayım.."
"Beni ilgilendirmez, hemen buraya gel!.."
-"Gelemem hastayım.."
"Ben senin patronunum, ya buraya gelirsin yada...."
Telefonu yüzüne kapatıp, arkadan telefonun kablosunu çektim..


Muhtamelen iyileştiğimde ve itfaiye merkezine döndüğümde bu patron bozuntusu beni işten kovacaktı ama artık umrumda değildi..
Ben aradığım heyecanı, iliklerime kadar hissettiğim adneralini sürekli tadabileceğim riskli bir meslek bulmuştum....

Doktorun verdiği ilaç sayesinde 2 günde kendime geldim, ama bu iyileşme dönemini zor atlamıştım.. Her gece rüyalarımda aynı geceyi görüyordum, dumanlar içerisinde aynı sokakta, kokanaların gülüşmeleri dışında başka bir ses duymuyorken, elimi kokananın çantasına attığım anda ikisinin de çığlığıyla terler içerisinde kabusumdan uyanıyordum.. Geceleri uyuyamaz olmuştum, her kabustan soluk soluğa kalkıyor, bir sigara yakıyor ve bir daha uyuyamıyordum..


İki günün sonunda doktor kontrole eve geldi ve iyileştiğimi söyledi.. Artık kendimi daha iyi hissediyordum.. Dün gece ilk defa o rüyayı görmeden, deliksiz bir uyku uyumuştum.. Kalktığımda son bir haftadır olmadığım kadar kendimi huzurlu hissediyordum.. Yatağımdan doğrulup buzdolabına doğru yürüdüm, kapağını açtığımda dolapta bir şey kalmadığını gördüm.. Kıyafetlerimi giyip markete gitmek için evden çıktım.. Merdivenleri inip apartman kapısına geldiğimde gözüm posta kutularına takılmıştı.. Benim posta kutumda 3 adet posta vardı…

Postaları kutudan aldım ve ne için olduğuna bakmadan cebime koydum.. Bakkala gidip kahvaltılık ekmek, peynir, zeytin, süt ve gazete aldıktan sonra eve döndüm..


Aldıklarımı dolaba yerleşirdim bir kısmını masaya çıkarıp kahvaltıyı hazırladım.. Sandalyeye oturmuş, çay suyunun kaynamasını beklerken aklıma postalar geldi.. Kalktım portmantoya doğru yürüdüm ve mantomun cebimden zarfları çıkardım.. Tam nereden geldiklerine bakacaktım ki içerisinde sıkışan buhardan dolayı çaydanlık ötmeye başladı.. Bu suyun kaynadığı anlamındaydı.. Zarfları kahvaltı yapacağım masaya bıraktım, çayımı koyup bir kaç yudum yedikten sonra merakla zarflara baktım.. İkisi faturaydı onları umursamaz ve sıkkın bir tavırla sağ tarafa attım 3. zarf ise İtfaiyeden geliyordu.. Zarf’ın yan tarafını yırttım ve zarfın birbirine yapışan kağıtlarını açtırmak için, yırttığım yerden zarfın içerisine üfledim…

Zarfı açtım ve içerisindeki kağıt parçasını merakla okumaya başladım ama ne yazacağını tahmin edebiliyordum.. Tamda düşündüğüm gibiydi yazılanlar, okuduklarıma şaşmamıştım doğrusu.. Patron bozuntusu İtfaiyedeki görevime son vermiş, gelip eşyalarımı almamı ve Cuma günü çalıştığım günkü biriktirdiğim maaşımı hesabıma yatıracağını yazmıştı..


Bu duruma hiç üzülmemiştim, umursamaz bir tavırla o zarfı da faturaların yanına attım.. Hiçbir şey olmamış gibi kahvaltımı yaptım..
Kahvaltımı bitirip gazete’mi alıp koltuğa geçtim, aklıma RRG patron geldi.. Masanın üzerinden cep telefonumu alıp RRG patronu aradım.....

Ona olan biteni, son bir haftada başımdan geçenleri anlattığımda şok olmuştu..
-“Denedim ama yapamadım, hırsızlık hakkında hiçbir şey bilmiyorum.. Yinede çok heyecanlıydı..”
“Ne badireler atlatmışsın 1 haftada..”
-“Hırsızlığın nasıl yapıldığını öğrenmek istiyorum, birilerinin bu işin dersini verdiğini duymuştum..”
“Evet veren birkaç kişi var, istersen ben sana bulurum..”
-“Çok iyi olur patron, senin çevren geniştir..”
“Ben bir araştırayım, sen bu arada ne yapacaksın?..”
-“Temel Sokak Bilgisi bitti, sokak bilimiyle dövüş sanatları kitapları alıp, kendimi geliştireceğim..” her şeye hazırlıklı olmalıyım.. İtfaiyecilikten baya para biriktirdim, bir süre çalışmayıp evde kendimi bu işe vereceğim..”
“Sen bilirsin, ben seni aradım..”
-“Peki iyi günler patron..”

Eşyalarımı almak için itfaiyeye dönüyordum, yolda bir dükkana girdim reyonları ve rafları dolaşmaya başlamıştım ki onu gördüm….

Bu şey, çok özel kilitli bir cam dolabın içerisinde duruyordu.. Yavaş ve kısa adımlarla cam dolaba yaklaştım.. Camdan içeri baktığımda, kitap kapağının üzerindeki tozların arasından, Temel Suç yazdığını görebilmiştim.. Gözlerime inanamamıştım, böyle bir kitap olduğunu bile bilmiyorken bu kitabın, böyle bir kitapçıda ne aradığını düşünürken, sanki kitaba dokunuyormuş gibi camın üzerinde ellerimi gezdiriyordum..

Büyülenmiş gibi kitaba bakarken, arkamdan gelen bir bayan sesi ile irkildim......
“Yardımcı olabilir miyim..”
Şaşkınlık ile başlarımı omzumun üzerinden arkamdaki tezgahtar kadının yüzüne çevirdim. Kısa bir süre sonra bakışlarımı tekrar kitaba çevirdim ve arkamdaki kadına -“Ben sadece bakıyordum..” dedim..

Kadının konuşması kibardı, ama sesinde garip bir korku ve tedirginlik hissetmiştim..
Ben kitabı süzerken tezgahtar kadın hala arkamda bana bakıyordu..

“O dükkanımızdaki en değerli kitabımızdır, değeri 2 milyon YTL’ yi geçmektedir..”
Kadın arkamda bu sözleri söylerken ben hala kitaba bakıyordum.. Sözlerini bitirince başımı bir miktar sola çevirerek, arkamdaki kadına umursamaz bir konuşma tarzıyla:
-“Yani?..” dedim ve tezgahtar kadından beni sinirlendiren şöyle bir cevap geldi:
“Eğer satın almak gibi bir düşünceniz yoksa, camdan elinizi çeker misiniz?!..”Sanki zorla vedalaşıyormuşuz gibi elimi camdan çekmekten zorlandım.. En sonunda orta parmağımın camla temasının kesildiği anda, sağımdan arkama döndüm.. Kadının yüzüne bile bakmadan diğer raflara giderek, daha önce almayı planladığım “Yeni Başlayanlar İçin Gizlilik”, “Temel Dövüş Sanatları” ve “Sokak Bilimi” kitaplarını aldım ve para kasasının bulunduğu masaya koydum.. Başımı kadının olduğu tarafa çevirdim ama yere bakıyordum.. Umursamaz bir ifade ile
-“Bunlar kaç para..” dediğimde kadın hala, beni uyardığı cam dolabın az önünde duruyordu.. Alışverişimi yaparken durduğu yerden beni izlemiş olmalı diye düşünüyordum..

Sorumdan sonra, puflayarak önünde durduğum masanın diğer tarafına geçti ve benden bir an önce kurtulmak istermişçesine hızlı bir şekilde:
“3700 YTL..” dedi..

Siyah kapüşonlu mantomun iç cebinden parayı çıkarırken, kızda kitapları bir poşete koyuyordu.. Parayı hazırlayıp masaya koydum ve poşeti alıp itfaiyenin yolunu tuttum..

All rights reserved. Ferhat Çobanöz [PopmundoID = xxx] © 2008
Toplam 15421 ziyaretçi (31711 klik) popmundocu burdaydı! Peki sen kendini belli ediyormusun??
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol